Belirsiz alacak davası
MADDE 107 – (1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 107 düzenlemesi ile hüküm altına alınan belirsiz alacak davası davacı açısından önemli kolaylıklar sağlamakta, kişilerin mağduriyetini önlemekte ve hak arama hürriyetinin yaşama geçmesine katkı sunmaktadır.
Belirsiz alacak davasına ilişkin kanun gerekçesinde de belirsiz alacak davasının hak arama hürriyeti yönünden taşıdığı öneme vurgu yapılmıştır:” Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir. Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Hukuk sistemimiz içinde, böyle bir durumla karşılaşan kişinin hak araması bakımından birçok güçlük söz konusudur. Öncelikle kendisinden aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açması istenmekte, ayrıca, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğu ortaya çıktığında da bunu davayı genişletme yasağı çerçevesinde ileri sürmesi mümkün olabilmekteydi. Böyle bir durumda, gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlamak gibi, hak aramanın özüyle izah edilemeyecek bir yol ve aslında tarafın kendi ihmali ya da kusuru olmadığı hâlde bir yasakla karşılaşması gibi de bir engel söz konusuydu. Oysa, hak arama özgürlüğü, böyle bir sınırlamayı ve gerçek dışı davranmaya zorlamayı değil, gerçekten hakkı ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında olan kişiyi, mümkün olduğunca geniş şekilde korumayı amaçlamalıdır. Son dönemde, gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olması da bunu gerektirir. Kaldı ki, miktar ya da değeri belirsiz bir alacak için dava açılması gerektiğinde birtakım sınırlamalar getirmek, dava içinde yeni taleplere veya o davanın dışında yeni davalara yol açarak, usûl ekonomisine aykırı bir durum da meydana getirecektir. Ayrıca, miktarı veya değeri bilinmeyen bir alacak için klasik kısmî davanın da tam bir çözüm üretmediği gerçektir.”
BELİRSİZ ALACAK DAVASININ ŞARTLARI
Davacı için önemli kolaylıklar sağlayan belirsiz alacak davasının açılabilmesi için bazı kanuni şartlar bulunmaktadır. Özellikle bugün neredeyse tüm davalar belirsiz alacak davası olarak açılmaktadır. Ancak belirsiz alacak davası açabilmek için dava konusu edilen alacağın davacı tarafından tam ve kesin olarak belirlenmesinin zor veya imkânsız olması gerekmektedir.
Örnek üzerinden gitmek gerekirse, eşini kaybeden ve destekten yoksun kalma tazminatı talep eden bir kişinin davanın başında alacağını belirlemesi neredeyse imkânsızdır. Bir kere bu alacağın belirlenmesi özel bir eğitim, ihtisas ve yargılama gerektirmektedir.
Yine taşınmazında ayıplar bulunan kişinin açacağı dava açısından kişinin ayıp miktarını davanın başında belirleyebilmesi için inşaat tekniği konusunda bilgisinin olması ve somut yöntem olarak adlandırılan hesaplama tekniğine muttali olması şarttır. Oysa olumsuz durumunu düzeltmek için hukuki himayeye başvuran vatandaşların bu tür teknik bilgilere sahip olması beklenemez.
İşte davacının dava konusu ettiği alacak tam olarak tespit edilemiyorsa, alacağın tespiti için oldukça teknik bir inceleme ve hatta yargılama gerekiyorsa bu durumda davacıdan alacağını tam bir miktar üzerinden ileri sürmesinin istenmesi haksızlık yaratacak ve kişiler büyük mağduriyetler içerisine girecektir. Belirsiz alacak davasının amacı da tam olarak bu tür mağduriyetlerin yaşanmasının önüne geçilmesidir.
O halde tekrar üzerinden geçmek gerekirse bir davanın belirsiz alacak davası olarak açılabilmesi için kanun metninde açık şekilde vurgulandığı üzere alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesini kişiden beklenememesi veya bunun imkânsız olması gerekir.
BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA DAVANIN KABULÜNÜN SONUÇLARI
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 308 düzenlemesi uyarınca “ Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.” Mezkûr Kanunun madde 311 düzenlemesi uyarınca ise “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hallerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.”
Bilindiği üzere belirsiz alacak davasında dava başlangıçta sembolik bir değer üzerinden açılmaktadır. Örneğin davacının talep sonucunda “1.000 TL alacağın ödenmesini” dava ettiğini davalının da dosyaya sunduğu bir dilekçe ile davayı kabul ettiğini düşünelim. Bu noktadaki tartışma davanın 1.000 TL üzerinden mi kabul edileceği, kabul beyanının sonuçlarının ne olacağı üzerinde toplanmaktadır.
Davanın belirsiz alacak olarak açıldığı durumlarda talep sonucu henüz net olarak belirlenmeden davanın davalı tarafından kabulü halinde tüm dava açısından davanın kabulüne karar verilemez. Bu noktada Mahkemece yapılması gereken kabul edilen sembolik değer üzerinden davanın kabulüne karar vermek ancak henüz belirlenmeyen kısım üzerinden davaya devam etmektir. Bu durumda davalının başta ortaya koyduğu kabul iradesi daha sonra tespit edilecek uyuşmazlık meblağı açısından hüküm doğurmayacaktır[1].
BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA ZAMANAŞIMI
Yukarıda belirsiz alacak davasının davacı taraf için önemli avantajlar sağladığından söz etmiş idik. Zamanaşımı borcu sona erdirmemekle birlikte borcun tahsilinin Mahkemeler eliyle yürütülmesini engelleyen bir savunmadır. Yani zamanaşımına uğramış bir alacak için dava açılabilir. Ancak dava esnasında davalının zamanaşımı savunmasını ileri sürmesi durumunda davanın reddine karar verilecektir.
Belirsiz alacak davasında başlangıçta her ne kadar sembolik bir değer üzerinden dava açılıyor olsa da zamanaşımı alacağın tümü açısından kesilmektedir. Örnek vermek gerekirse başta 1.000 TL üzerinden açılan bir belirsiz alacak davasında daha sonra tespit edilecek bedel 200.000 TL olarak hesaplandığında bu alacak için zamanaşımı baştan itibaren kesilmiş kabul edilecektir. Oysa dava kısmi dava olarak açılmış olsaydı başta belirtilen 1.000 TL kısım için zamanaşımı kesilmiş ancak daha sonra tespit edilen 199.000 TL bedel üzerinden zamanaşımı kesilmemiş/işliyor olacaktı.
Bu sebeple belirsiz alacak davası zamanaşımı müessesesi açısından davacının lehine bir düzenleme olarak düşünülebilir.
Belirsiz alacak davasının açılmasının sonuçlarından biri de zamanaşımının kesilmesidir. (BK m.133/2). Yargıtay’ın bu güne kadar ki uygulamalarına göre zamanaşımı kesilmesi, dava dilekçesinde talep edilen miktarla sınırlıdır ve dava edilmeyen kısım için zamanaşımı kesilmez. Ne var ki, bu kuralı HMK m.107 ile hukukumuza yeni giren belirsiz alacak davası bakımından uygulayabilmek mümkün değildir. Aksinin kabulü, belirsiz alacak davasının kanun koyucu tarafından usul kanununda düzenlenmesine rağmen (daha başlangıçtan) reddi anlamına gelir. Belirsiz alacak davasında, kısmi alacak davasından farklı olarak, dava sırasında belirli hale gelen alacağın davaya sokulmasına izin verildiğinden, geçici talep sonucuyla açılan belirsiz alacak davasında, ileride belirli hale gelecek olan alacağın tamamı için zamanaşımı kesilmesi sonucu ortaya çıkar. Asgari miktar belirtilerek açılan belirsiz alacak davasında mahkemece yapılan araştırma esnasında alacağın miktarının veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına (m.141, 319) tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir. Yapılan bu arttırım zamanaşımına tabi değildir. T.C YARGITAY 7.Hukuk Dairesi Esas: 2015/ 4773 Karar: 2015 / 9246 Karar Tarihi: 18.05.2015
BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA TEMYİZ İSTİNAF KESİNLİK SINIRI
Kural olarak İlk Derece Mahkemeleri tarafından verilen tüm kararlar için istinaf kanun yoluna başvurmak mümkün değildir. 2023 yılı için istinaf sınırı Asliye Mahkemeleri için 17.830,00 TL İcra Hukuk Mahkemeleri için 41.710,203 TL’dir. Yani istisnalar saklı kalmak kaydıyla yukarıda belirtilen bedellerin altındaki uyuşmazlıklar hakkında verilen kararlar kesindir ve bu kararlar aleyhine istinaf kanun yoluna başvurulamaz.
Ancak önceki aşamalarda da belirttiğimiz üzere belirsiz alacak davasında davacı başlangıçta talebini sembolik bir değer üzerinden belirlemektedir. Somut bir olay üzerinden örnek vermek gerekirse, örneğin davacının davasını belirsiz alacak davası olarak açtığını ve talebini sembolik olarak 5.000,00 TL olarak belirlediğini düşünelim. Bu noktada davacının davasının reddine karar verilmesi durumunda dava dilekçesinde talep edilen miktarın kesinlik sınırının altında olmasından bahisle karar kesin olarak verilemez.
Çünkü belirsiz alacak davasında asıl olan “tüm alacak açısından” dava açılmış olmasıdır. Alacak miktarı ise yargılama faaliyeti, bilirkişi incelemesi neticesinde tam olarak belirlenecektir. Bu sebeple belirsiz alacak davasında davanın reddi durumunda sembolik değer temel alınarak dosyanın istinaf yolunun kapalı olduğu yargısına varılamaz.
6100 sayılı HMK ile birlikte, belirsiz alacak davası açma imkânı tanınmak suretiyle belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkânı da sınırlandırılmıştır. Zaman zaman, 6100 sayılı HMK ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya ilişkin yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür. Kanunun kısmi dava açma imkânını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkândan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü belirsiz alacak davası, zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkânlardan yararlanarak açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Tüm bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya gelince; dava dilekçesinde dava değeri 1.000,00 TL olarak belirtilerek belirsiz alacak niteliğindeki ecrimisil alacağının talep edilmiş olduğu ve İlk Derece Mahkemesince, keşif yapılmadan, rapor alınmadan davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır. Bölge Adliye Mahkemesince dava dilekçesindeki talebe bakılarak talep edilen alacak miktarının kesin nitelikte olduğundan bahisle istinaf başvurusunun usulden reddine karar verilmesi hak arama özgürlüğünü kısıtlayacağı gibi yukarıda açıklanan belirsiz alacak davasının özüne de aykırı olacaktır. O halde Bölge Adliye Mahkemesince, ecrimisil talebinin belirsiz alacak niteliğinde olduğu dikkate alınarak, istinaf başvurusu esastan incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde başvurunun usulden reddine karar verilmesi doğru değildir. T.C YARGITAY 8.Hukuk Dairesi Esas: 2018/ 15462 Karar: 2021 / 2242 Karar Tarihi: 11.03.2021
BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA TALEP ARTIRIMI
Başlangıçta sembolik bir değer üzerinden açılan belirsiz alacak davasında yargılama ile veya karşı tarafın verdiği bilgilerle birlikte dava konusu alacak belirgin hale geldiğinde talep artırım söz konusu olacaktır. Uygulamada davanın belirsiz alacak davası olarak açılmış olmasına rağmen talep artırımın ıslah olarak nitelendiğine ve ıslah dilekçesi tabirinin kullanıldığına rastlamaktayız. Belirsiz alacak davasında başta belirlenen talebin/meblağın artırılması bir ıslah işlemi olmadığı gibi, talep artırırken “davamızı ıslah ediyoruz” gibi ifadeler kullanılması davacı açısından mağduriyetler yaratacak cinstendir.
Belirsiz alacak davalarında karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.
Yani kanuni düzenleme uyarınca hâkim davacıya ihtarat yapacak ve 2 haftalık kesin süre içerisinde talep artırım dilekçesi sunmasını ve tamamlama harcını yatırmasını isteyecektir. Mahkemelerce bazı durumlarda talep artırım işlemi için 1 haftalık kesin süre verildiğine rastlamaktayız. Belirsiz alacak davalarında talep artırım için belirlenen süre 2 hafta olup Mahkemenin bu süreyi kısaltması hukuken mümkün değildir.
Aşağıda örnek bir talep artırım dilekçesi metni sunulmaktadır:
“6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 107/2 düzenlemesi uyarınca “Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.”
Bu çerçevede dava dilekçemizde başlangıçta 1.000,00 TL olarak belirtilen meblağı artırarak asıl alacak açısından talebimizi 144.195,65 TL’ye yükseltmekteyiz.
Davamızın kabulü ile 144.195,65 TL’nin 08/09/2021 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınarak davacı vekil edene verilmesini saygılarımızla talep ederiz.”
TRAFİK KAZASINDAN KAYNAKLANAN MADDİ TAZMİNAT BELİRSİZ ALACAK DAVASI
Uygulamada maddi tazminat taleplerinin büyük çoğunluğunun trafik kazaları sebebiyle açıldığını görmekteyiz. Trafik kazası sebebiyle meydana gelen zarar pek çok şekilde ortaya çıkabilir. Örneğin kazada ölüm sebebiyle destekten yoksun kalma tazminatı söz konusu olabileceği gibi kazaya uğrayan kişinin işgücü kaybı, tedavi masrafları gibi kalemler açısından da maddi tazminat söz konusu olabilir.
Trafik kazasının gerçekleşmesinin ardından kişinin vücudunda oluşan problemlerin tespiti tıbbi bir inceleme gerektirmektedir. Ayrıca tazminata hükmedilirken önem arz eden diğer bir hal ise kusurun tespitidir. Kusur tespiti de bilirkişi incelemesi ve yargılamayı gerektirmektedir. Bu sebeple ki trafik kazaları ardından açılan ölümlü ve yaralanmalı maddi tazminat taleplerinin davacı tarafından davanın başında hesaplanması, tespit edilebilmesi çoğu zaman imkânsızdır. Bu imkânsızlık sebebiyle ölüm ve yaralanma sebebiyle açılacak olan maddi tazminat davaları belirsiz alacak davası olarak açılabilir.
SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME VE BELİRSİZ ALACAK DAVASI
Sebepsiz zenginleşme kurumu 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 77-82 maddeleri arasında düzenleme altına alınmıştır. İlgili düzenleme uyarınca “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür.”
Yargıtay’ın yerleşik kararları uyarınca sebepsiz zenginleşme davalarında denkleştirici adalet ilkesi uygulanmaktadır. Sebepsiz zenginleşme davalarında uygulanan denkleştirici adalet ilkesi çerçevesinde davacının talep ettiği, ödediği bedelin ÜFE, TÜFE, döviz kuru ve altın gibi parametreler üzerinden hesaplanması yoluna gidilmektedir. Bu hesaplama ise oldukça teknik olup bilirkişilerce yerine getirilmektedir. Bu sebeple denkleştirici adalet ilkesinin uygulandığı sebepsiz zenginleşme davalarında talep sonucu ancak bilirkişi incelemesi neticesinde belirgin hale geleceğinden bu tür davalar belirsiz alacak davası olarak açılabilir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 20/09/2021 tarih ve 2020/6836 E. – 2021/8631 K.: (…) Yargıtay’ın istikrar kazanmış uygulamalarına göre davacının ödediği satış bedelinin, “ifanın imkansız hale geldiği dava tarihinde” ulaştığı alım gücünün enflasyon, ÜFE, TÜFE, faiz, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs. gibi ekonomik etkenlerin ortalamalarının alınarak uzman bilirkişi vasıtasıyla hesaplanması ve hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 15.12.2020 tarih ve 2018/15276 E. – 2020/8269 K.: (…) Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin eksiksiz iadesi, denkleştirici adalet düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri vermek zorunda olduğunu ve eski hale getirmede mal varlığında artış olan tarafın yükümlülüğünün bulunduğunu ifade eder. Ülkemizde yaşanan enflasyon nedeni ile belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir. Hukuken geçersiz sözleşmeler tasfiye edilirken, denkleştirici adalet kuralı gözardı edilmemelidir. Davacının harici satış nedeniyle davalılara harici satış bedelinin denkleştirici adalet ilkesine göre tazmini gerekir. Hal böyle olunca; satış sözleşmesinde yer alan bedelin, uyarlama ve denkleştirici adalet kuralları ile 10.07.1940 tarihli ve 1939/2 C, 1940/77 ve 07.06.1939 tarihli, 1936/31 Esas, 1939/47 Karar sayılı YİBK kararlarının kapsamları ve TEFE-TÜFE endeksleri, altın-döviz kurlarındaki artışlar, memur ve işçi ücretlerindeki artışlar gözetilerek dava tarihine kadar ulaştığı değerin saptanması ve bu miktarın hüküm altına alınması gerekirken, taşınmazın dava tarihindeki değerinin de hesaplamaya dahil edilmesi ve bu şekilde bulunan değerin ikiye bölünmesi suretiyle, Dairenin az yukarıda açıklanan hesaplama ilkelerine aykırı şekilde tespit edilen miktarın hüküm altına alınması doğru olmamıştır.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 01/10/2020 tarih ve 2020/6990 E. – 2020/5283 K.: (…) Her dava açıldığı tarihteki fiili ve hukuki duruma göre karara bağlanır. Mahkemece, satış bedeli olan 7500 TL’nin, denkleştirici adalet ilkesi uyarınca, dava tarihi itibarıyla ulaştığı değerin (tüfe, üfe, banka mevduat faizi, cumhuriyet altını, külçe altın, asgari ücret, memur maaş artış oranı, euro ve dolar olarak dava tarihi itibarıyla ulaştığı değerlerin ortalaması) bilirkişiden taraf, hâkim ve Yargıtay denetimine elverişli ek rapor alınarak tespiti ve oluşacak sonuca göre hüküm tesisi gerekirken, 2019/Ocak verileri esas alınarak hazırlanan bilirkişi raporuna itibar edilerek sonuca gidilmesi usûl ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
TENKİS DAVASI BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILABİLİR Mİ?
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun madde 560 ve devamı hükümleri uyarınca Saklı paylarının karşılığını alamayan mirasçılar, mirasbırakanın tasarruf edebileceği kısmı aşan tasarruflarının tenkisini dava edebilirler. Tenkis davası olarak adlandırılan bu tür uyuşmazlıklarda saklı pay sahibi bulunan mirasçının miras haklarına olabildiği ölçüde kavuşması hedeflenmektedir.
Genel olarak tenkis davalarında tenkisin gerekip gerekmeyeceği, gerekiyorsa ne oranda ve ne miktarda gerekeceği önceden bilinemeyeceği ve hakimce malvarlığı araştırmasına girişileceği için bu tür davalar belirsiz alacak davası olarak açılmaya uygundur.
Tenkisin gerekip gerekmeyeceği, gerekiyorsa ne oranda ve ne miktarda gerekeceği önceden bilinemez. Bunun için, mahkemece; öncelikle tereke mal varlığı tespit edilmeli, uzman bilirkişi heyetine tenkisle ilgili ayrıntılı bir hesap yaptırılmalı; davacılara, belirlenen değer üzerinden noksan harcı yatırmaları için süre verilerek, harç tamamlattırılmalı; bundan sonra tenkis hükümleri doğrultusunda bir inceleme ve araştırma yapılarak, oluşacak sonuç dairesinde tenkis talebiyle ilgili bir hüküm kurulmalıdır. Eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir. T.C YARGITAY 3.Hukuk Dairesi Esas: 2011/ 14754 Karar: 2011 / 20454 Karar Tarihi: 13.12.2011
Tenkis hesabı uzmanlık gerektiren bir iş olup, davacıdan davanın başında saklı payının ihlal edilip edilmediğini, ihlâl edilmiş ise bunun miktarını bilmesini beklemek hayatın olağan akışına aykırıdır. Dava dilekçesinde gösterilen miktar; harca esas alınan tahmini değerdir. Bu bakımdan tenkis davalarında, davacının dava dilekçesinde gösterdiği dava değeri ile talebini sınırladığını söyleyebilme olanağı yoktur ve bu tür davalar, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davalarının örneğini teşkil eder. T.C YARGITAY 7.Hukuk Dairesi Esas: 2021/ 7948 Karar: 2022 / 4442 Karar Tarihi: 22.06.2022
TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILABİLİR Mİ?
Bilindiği üzere tapu iptal ve tescil davası olarak adlandırılan davalarda tapu sicilindeki kaydın değiştirilmesi talep edilmekte ve bu davalar neticesinde verilen kararla davacı kazanan davacı herhangi tescile gerek kalmaksızın tapu maliki haline gelmektedir.
Tapu iptal ve tescil davaları uygulamada sembolik bir değer üzerinden açılmaktadır. 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun madde 16 düzenlemesi uyarınca Müdahelenin men’i tescil ve tapu kayıt iptali gibi gayrimenkulün aynına taallük eden davalarda gayrimenkulün değeri nazara alınır. Ancak dava konusu taşınmazın bedeli yargılama esnasında bilirkişi incelemesi neticesinde belirlenebilecektir. Bu sebeple tapu iptal ve tescil davası açan kişinin başlangıçta sembolik bir bedel üzerinden dava açmasında hukuki bir engel bulunmamaktadır. Ancak bu durum tapu iptal ve tescil davasının belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlamına gelmez. Gerçekten tapu iptal ve tescil davaları tapu kaydının düzeltilmesi/değiştirilmesi sonucu doğuran ayni bir davadır. Belirsiz alacak davalarının temel mantığında ise “alacak kavramı” bulunmaktadır. Bu sebeple kayıt düzeltilmesini esas alan davalar kural olarak belirsiz alacak davasına elverişli değildir. Ancak bu durum taşınmazın değeri belirlendiğinde dava değerinin ıslah ile artırılmasına engel değildir.
AİLE HUKUKUNDA MAL REJİMİ NEDENİYLE AÇILACAK DAVALAR
“Davacı dava dilekçesindeki açıklamalarında talebini katkı payı ve katılma alacağı olarak belirterek bunun tespitini ile 500,00 TL katkı payı alacağı ve 500,00 TL katılma alacağı olmak üzere toplam 1.000,00 TL alacağın tahsilini talep ettiği görülmektedir. Davacının dava dilekçesindeki anlatımlarıyla alacağını dava açtığı sırada belirleyemediği, ancak delillerin toplanması ya da bilirkişi incelemesi yaptırılması ya da hâkimin takdiri ile belirlenebilir hale gelebileceği anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle, davacının davasını dava açılmadan önce yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK m. 107’de düzenlenen ‘belirsiz alacak davası’ niteliğinde açtığının kabulü gerekir. Mal rejiminin tasfiyesi davalarının niteliği gereği belirsiz alacak davası olduğunun kabulü gerekir. Durum böyle iken mahkemece, davacının talebini açıklamadığı ve yapması gereken açıklamaya göre harcını tamamlamadığı gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi doğru olmamıştır. O halde, mahkemece yapılacak iş, yargılamanın kaldığı yerden devamı ile tahkikata ilişkin usul işlemlerinin yürütülmesi, tahkikat sonucuna göre davacının talebi hakkında bir karar vermek olmalıdır.” T.C YARGITAY 8.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 19870 Karar: 2016 / 1924 Karar Tarihi: 08.02.2016
“Dava 17.07.2013 tarihinde açılmıştır. Belirsiz alacak davası, yukarıda belirtildiği üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle kabul edilmiştir. Bu durumda eldeki davanın açıldığı tarihte Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte olduğuna göre, belirsiz alacak davası ile ilgili hükümlerin uygulanması gerekir. Dava, katılma alacağı isteğine ilişkin olup belirsiz alacak davası niteliğinde olduğundan davacı tarafça sunulan 06.05.2015 havale tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi değil, talep açıklama dilekçesi olduğu kabul edilmelidir. T.C YARGITAY 8.Hukuk Dairesi Esas: 2017/ 16291 Karar: 2019 / 407 Karar Tarihi: 15.01.2019
MANEVİ TAZMİNAT DAVASI BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILABİLİR Mİ?
“Hukuka aykırı eylem yüzünden çekilen elem ve üzüntüler, o tarihte duyulan ve duyulması gereken bir haldir. Başka bir anlatımla üzüntü ve acıyı zamana yaymak suretiyle manevi tazminatın bölünmesi, bir kısmının dava konusu yapılması kalanın saklı tutulması olanağı yoktur. Niteliği itibariyle manevi tazminat bölünmez.” 21. HD, 11.12.1995, 7525/7393
Başka bir deyişle,manevi tazminatın belirsiz alacak davası olarak açılması mümkün değildir. T.C YARGITAY 4.Hukuk Dairesi Esas: 2022/ 2704 Karar: 2022 / 9996 Karar Tarihi: 12.09.2022
Manevi zararın tespiti istemine ilişkin olarak; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.03.2006 tarih ve 2006/2-14 E, 2006/26 K. sayılı kararında ifade edildiği üzere manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşananın acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmının açılacak kısmi dava ile, kalanının açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödemenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faiziyle birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez. Tüm bu açıklamalar sonrasında somut olayda; davacı tarafından 17.10.2014 tarihli ıslahla maddi tazminat miktarı artırılırken aynı zamanda dava dilekçesinde istenmekle birlikte miktarı belirtilmeyen 18.000,00TL miktarlı manevi tazminat da istendiği anlaşılmaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere Manevi tazminat davasının HMK 107 maddesi kapsamında belirsiz alacak davası olarak açılmaz. T.C YARGITAY 21.Hukuk Dairesi Esas: 2014/ 26303 Karar: 2015 / 2554 Karar Tarihi: 16.02.2015
[1] TUTUMLU, M. A., Belirsiz Alacak Davasında Kabul Beyanının Etkisi, Terazi Hukuk Dergisi, Cilt: 7, Sayı: 76, Aralık 2012, Sayfa: 70-72